Hastane Treni... O da Gazidir

Hastane Treni... O da Gazidir  

2 Kasım 20013 altinpost.org
Julia SOLOVYOVA
Çev. Anıt Baba




Zafere giden yol uzun ve zorludur. Savaş sadece 413 gün sürmüş olsa bile… Savaş zaman algısını değiştirir. Kimi zaman bir an sonsuzluk gibi gelirken, bir ayın, bir gün gibi geçip gittiği olur. Bugün zaferin şerefine kadeh kaldırırken, Gumısta cephesinde ordumuza yardım eden o mütevazi savaş emekçisini, tarihe geçmiş o kahraman hastane trenini anmamak olanaksızdır. Onun kurulmasına ve insanlarımızı kurtarmasına katkıda bulunan herkese teşekkürler!  
En iyi fikirlerin beklenmedik anlarda geldiği söylenir. Abhaz savaş gazisi, Leon Nişanı sahibi Lev Nikolayeviç Açba bu söze pek katılmıyor. Kendisi, bir hastane treni oluşturma fikrinin ilk olarak bir sohbette ifade edildiğini söylüyor. Anatoly Vladimiroviç Piliya’ya (Anatoly Vladimiroviç – daha kıdemli bir askeri doktor) bu fikir ütopik görünmüş… “Ne var ki savaş uzadıkça ambulansların yetersizliği ve zorlu yollarda hurda Ladalarla yaralıları taşımanın güçlüğü iyice ortaya çıkmış, savaşın bataklığına battığımız ölçüde, hastane treni fikrinin haklı olduğunu düşünenler artmıştı. Gönülsüzce de olsa projenin detaylarını konuşurken bulduk kendimizi. Sonunda Gumısta cephesi Baş Tabip Subayı Lev Zaabetovich Argun ile birlikteyken, karargaha hastane treni ile ilgili bir tasarı ve rapor geldi. Yine de konuyla ilgili herkesi sıradan bir yük trenini, donanımlı bir hastane trenine çevirmeye ikna etmek pek o kadar kolay olmayacaktı.”
Hemşireler Asida, Janna Kvitsinya ve Madina Jenya, Lev’in kendilerini konuşmaya çağırdıklarını hatırlıyor. 14 Aralık faciası - Lata üzerinde kuşatma altındaki Abhaz sivilleri tahliye eden bir helikopter düşürülmüş ve onlarca çocuk ve kadın ölmüştü- henüz olmuştu ve moraller çok bozuktu, diye anlatıyor Asida hüzünlü bir yüzle. Buna rağmen projeyi hayata geçirmek için Lev onları yüreklendirmeyi başarmış.
“Gara gittik. Bir garaj yolunda park etmiş vagonlara varıp içeri girdik ve epeyce bir işin zaten yapılmış olduğunu gördük.Gumısta cephesinin gerçek bir hastane trenine sahip olacağı anlaşılıyordu.”
 “Tren alelacele değil ciddi bir şekilde, işin bilincinde olarak donatılmıştı: masalar özel bir düzenle dizilmiş ve sedyeler üzerlerine yerleştirilmişti” diyor Asida.
“En başından itibaren iki grup oluşturmak gerekmişti”“Ben ilk gruptaydım. İkinci bir grubun başında askeri doktor Timur Kapba vardı. Ne yazık ki iki aydan biraz uzun bir süre sonra kendisini kaybettik. Kalbi iflas etti. Doktor Gunda Jenya ve diğer sağlık görevlileri Marina Agırba, Svetlana Gunba, Madina Jenya, Asida Kvitsinya, Janna Kvitsinya, Faina Matua, Larissa Piliya, Karina Stepanian, Liana Şamba bizimleydi. Bütün bu genç kadınlar aslında ağabeyleri, kardeşleri ve arkadaşları ile birlikte cephenin en önünde olmayı düşlemişlerdi oysaki.” diye ekliyor Lev Açba.
Hastane treninin hemşirelerinin (bunlar ameliyathanelerde ve yoğun bakım ünitelerinde deneyimli hemşerilerdi) daima bu askeri hastanede bulunmaları isteniyordu ve savaş alanına gitmeleri yasaktı, diyor Svetlana Gunba. “Saldırılar sırasında doktorlar ve hemşireler bitmek bilmeyen ameliyatlar yüzünden günlerce ameliyat odasından çıkamadılar ve uyuyamadılar. Bir meslektaşımın genç hemşireleri azarladığını duydum bir keresinde, -Emirlere uymadınız, kendinize bir şeyleri kanıtlamak için bombardımanın altına doğru emeklediniz ve sizin sözde kahramanlığınız yüzünden biz ameliyathanedeki insanları kaybedeceğiz. Ben ameliyat yaparken yanımda bir ameliyat hemşiresi olmalı –siz olmazsanız ne yapmamı bekliyorsunuz? On tane elim yok!”- O zaman anladım: savaşın yasaları kafadan uydurulmuş şeyler değildi ve onlara sadık kalınmalıydı.”   
Kuşkusuz taburun sağlık personeli şefi Viki Kashig’in büyük katkısıyla, tüm askeri hastane olması gerektiği gibi düzenlenmişti ve tıbbi personel kaybı asgariye indirilmişti.
“Dünya askerlik tarihinin ünlü konularından olan hastane treni mevzuunda biz hiçbir şeyi kendiliğimizden uydurmadık, zaten mevcut olan kaynakları kullandık”diye konuşmaya devam ediyor Lev Açba. “Neyse ki seyyar klinikler düzenleme tecrübesi olan kişilerle hızlıca temas kurabildik. Büyük bir destek, Zelenograd rehabilitasyon merkezi müdürü Doktor Mihailovski’den geldi” vurgusunu yapıyor tüm hastane treni personeli. “Gudauta’ya gelip bize seyyar bir ortamda çalışmayı öğretti.”
Hastane treninin görünmesi cephede coşkuyla karşılandı. Abhazya koşullarında, demiryolunun yeri ve erişim alanı göz önüne alındığında, kesinlikle parlak bir çözümdü. Yirmi yıl sonra bile bunun oradaki askerler için ne kadar önemli olduğunu anlamak zor değil; tecrübeli doktorları ve hemşireleriyle tüneldeki hastane treninin ne olursa olsun kendilerini kurtaracağını biliyorlardı.
 “Askerlerimizin arasında deneyimsiz pek çok kişi vardı”diyor Lev. “Bir keresinde korkunç bir saldırı başlamıştı ve onlar, dağınık bir şekilde koşmak ve bir yere sığınmak yerine, birleşip bir araya geldiler.”
Bununla birlikte trenin kendisi de düşman topçuları karşısında çok savunmasızdı. Ocak saldırısından sonra Gürcüler onu öğrendiler ve acımasız bir takip başladı.
- Kimi zaman ciddi bombardımanların hedefi olduk, diyor Asida Kvitsinya. “Tüneller bizi kurtardı.”
- Bir yaz günüydü ve biz Eşira’daydık, diye anlatıyor Lev Açba, önceki günkü ağır mesai yüzünden, yorgunduk ve kusuruma bakmayın, kahvaltıya bile kalkamayacak kadar tembeldik (sadece trenin ana bölümü tüneldeydi) ve bir anda yemek vagonunun  zemini, yarım tonluk korkunç bir bomba patlamasının basıncıyla havaya uçtu… Aşçımız ölmüştü. Kondüktörümüz ve diğer birkaç kişi patlama sırasında sağa sola fırlamıştı. Yine de ne mutlu ki tren kurtulmuştu…
- Tren doğruca savaş alanlarına geldi, diye sürdürüyor Asida,yolumuz Niznişerskim Askeri Hastanesi (klinik ordaydı) ve Gudauta arasında uzanmaktaydı. Askeri Hastaneyi tren yolundan ayıran on beş metre boyunca yaralılar kollarda taşınıyordu. Novi Afon’da, sadece  durumu en ağır olanlar kabul edilebildi, ameliyatlardan ötürü daha fazlası imkansızdı. Diğerleri Lıhnı sapağına götürüldüler ve onlar treni beklerken insanlar toplandı. Anne ve babalar sedyelerdeki yüzlere bakıyordu, askerler yardım ediyordu. Şimdi anne olduğum için o gün onların neler hissettiklerini gayet iyi anlıyorum. Ama beni gerçekten etkilemiş olan, insanlarımızın nezaketiydi: yüzlerce ses “benimkinin halini görmüyor musun?” diye bağırıyordu. Yine de bir şekilde gerilim yatıştı ve sonra içlerinden tıbbi yardıma en öncelikle ihtiyaç duyan yaralılar hastaneye gönderildi. 
- Timur Kapba,diye anlatıyor iç çekerek Lev, genel günlük hasta girişleri için bir nöbet defteri oluşturmuştu. Eninde sonunda kesinlikle onu bulacak ve temize çekeceğiz. Bir kez Timur bana trenimizin tek başına tüm savaş alanlarını dolaştığını ve yaklaşık yedi yüz yaralıyı taşıdığını söylemişti.
Lev sözlerine devam ediyor, “kimi olayları istememe rağmen hafızamdan silemedim...”
...Göğsünde ağır yarası olan ve aynı zamanda iç kanama geçiren genç bir hastanın başındaydım. Yarayı kapatmayı başardım ama kanı dışarı akıtmak için yaptığım drenaj başarılı olmadı… Kapıyı kapattım. Hastayı uygun bir pozisyona getirdim ve hiç kıpırdamaması için hemşireye onu sedyeye bağlaması talimatını verdim. Bu onun son şansıydı. Ardından makiniste bağırdım “Vanya Dayı, hızlan hızlanabildiğin kadar!”
- Doktor ölecek miyim?diye sordu.
- Şimdi cerrah gelecek ve seni ameliyat edecek… Dayan!Bembeyaz dudaklarını aralayarak bana dedi ki, “Çocuğum oldu. Daha onu bile görmedim.”
- Göreceksin...
- On beş dakika… Bu, benim adam için çok uzundu… Operasyonu bekleyemedi. Şimdi gözlerimin önüne geliyor,diyor Lev. Yirmi yıl geçti, hala kendimi affedemiyorum, ona söz verdim ama kurtaramadım. İsmini hatırlamıyorum. Hayatta kalacağından emindim oysa. Gagra’da ya da Bzıp’da sonradan kaç insan, kaç ağır yaralı geçti ellerimden. Ve bazıları yakın arkadaşlarımdı. Sohum saldırısının olduğu gün tepenin yukarısındaki çatışmalardan üzerimize yaralıların adeta yağmur gibi yağdığı günü hatırlıyorum. İlk önce, tek bir araçla –yirmi beş kişi… Sonra ikincisi –otuz kişi…Yardım ettik, ağırlık dercesine göre yaralıları tasnif ettik.Yaraları “diktik”, kızlar ağrı kesici yaptılar. Sonra yeniden –yirmiden fazla yaralı geldi. Onların arasında arkadaşım Saşa Mamatsev de vardı.... Acılar zamanla belki törpüleniyor. Ama geçmiyor...
Temmuz saldırısıyla birlikte hastane treninin personelinin nerdeyse tamamı yenilendi. Trende çalışan kızlar ve ayrıca Lev Açba ilerleyen Abhaz birlikleriyle birlikte cephenin en sıcak bölgelerine yollandılar. Sağlık taburu kumandanı Guram Shova da Kaman yakınlarındaki cepheye gitti. Asida Kvitsinya, Madina Jenya ve Timur Kapba ise tıbbi malzemelerle dolu helikopterle Sohum tepelerine çıktılar.
Temmuz saldırısından önce Gumısta cephesi tıbbi servis şefi Lev Zaabetoviç Argun bizatihi bizi Gudauta hastanesine götürdü ve bize bir seyyar hastane biriminin ihtiyaç duyabileceği her şeyi verdi...”
Ardından nihai Eylül saldırısını görebildik ve hatta düşmanı takip edebildik,diyor Svetlana Gunba neşeli bir okul çocuğununki gibi parıldayan gözleriyle. Tabii saldırının başında taarruz eden askerlerimizin sayısını tam olarak bilmiyorduk ama gün geçtikçe bunun genel bir saldırı olduğunu anladık. Söylemek biraz zor ve ürkütücü de olsa mutlu olunması gereken bir savaştaydık! Herkes ateşli bir coşkuya kapılmıştı.   
***
Üzerinden yirmi yıl geçti… Çok mücadeleyle ama arkadaşlarla birlikte. Şimdi onlar Sohum’da birbirlerine yakın yaşıyorlar, evlendiler, her birinin iki çocuğu var. Çocuklar da birbiriyle arkadaş.
Biz konuşurken Lev Nikolayeviç’in torunu Lika geliyor yüzünde bir gülümseme ile… Lika beş yaşında, ablası Kate ise sekiz. Hayat devam ediyor.
Lev Açba’nın masasının üstünde –el yazısıyla yazılı bir listede- hastane treninin personeli. Tüm isimler. Listedeki her kişi sonsuza dek onunla birlikte...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İngiliz Haklar Bildirgesi (Dilekçesi) (1628) (Petition of Rights)

Çocuk Hakları

İlk İnsan Hakları Belgesi: Cyrus (Kiros) Silindiri