İnsan Hakları, Doğal Hukuk ve Doğal Haklar Üzerine
İnsan Hakları, Doğal Hukuk ve Doğal Haklar Üzerine
İnsan hakları, kendisi de doğal hukuktan doğmuş olan doğal hakların çocuğu olarak kabul edilir. Doğal hukuk uzun yüzyıllar boyunca Batının siyaset kuramında belirleyici bir rol oynamış ve diğer bütün hukuklara karşı üst-düzey bir ahlaki standart olarak görülmüştür. İnsan yapımı hukukun adaletsizliğine itiraz etmek için başvurulması gereken Tanrı’nın daha büyük otoritesi veya doğal hukuktu.
Sonunda bu doğal hukuk kavramı doğal haklara dönüştü ki bu değişim toplumdan bireye doğru bir kaymayı da ifade ediyordu. Doğal hukuk toplum üzerinde aşırı devlet iktidarını engellemek için bir temel sağlarken, doğal haklar da bireye devlete karşı iddialar öne sürebilme imkânını verdi (Renteln 1988). Haklara dair modern kavramın izleri geriye doğru, Aydınlanma’nın politik felsefesi ve hareketinde özellikle de İngiltere, Fransa ve Birleşik Devletler’deki tek tek vatandaşların özgürlüklerine saygı duyacak sınırlandırılmış temsili hükümet formları kurma yaklaşımında sürülebilir.
“Second Treatise on Government” (Hükümet Üzerine İkinci İnceleme) adlı eserinde John Locke, toplumun yaratılmasından önce bireylerin kendilerinden sorumlu oldukları ve kendi çıkarlarını gözettikleri bir doğa durumunu tarif etmişti. Ona göre bu durumda her bir kişi bir dizi doğal hakka –yaşam, özgürlük ve mülkiyet- sahipti. Locke’a göre bireyler sosyal grupları oluşturmak için bir araya geldiklerinde ana amaç bu hakları daha etkili şekilde korumaktı. Sonuç olarak bireyler kendi kurdukları yönetimlere hakların kendisini değil sadece bu doğal hakları hayata geçirme hakkını devretmişlerdi.
Klasik liberalizm olarak bilinen Locke’un felsefesi, o dönem için, bireyler, hükümetler ve onları bağlayan haklar üzerinde düşünmek üzere yeni bir yolu teşvik etmeye yardımcı oldu. Daha önceleri, devletlerin başındakiler, ilahi bir varlığa dayandırdıkları otoritelerinin meşruiyetini, o varlığın nihai kaynağı ile ilişkili olduğunu iddia ettikleri soylarına dayandırıyor ve buradan gelen ilahi bir hakka dayanarak hüküm sürdüklerini iddia ediyorlardı. Bu Roma İmparatorları için geçerli olduğu kadar Japon ve Çin İmparatorları için de geçerliydi. İlahi hak teorisi en güçlü şekilde Avrupa’nın Rönesans Dönemi monarkları tarafından öne sürülmüştü. Bunların en bilinenleri İngiliz Kralı I. James (1566-1625) ve Fransız Kralı 14. Lui’ydi.
Locke’un yankılarını Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde fark etmemek imkansızdır. Benzer şekilde hem Locke hem de Amerikan Kurucu babalarının kullandıkları dil İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin habercisi gibidir. Bu ilkeler daha geniş şekilde Amerikan Anayasası’nda (1787) ve Fransız Devrimi'nin hemen ertesinde İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nde (1789) işlenmiş ve kutsanmıştır.
Öyleyse hak nedir ve İnsan Hakları doğal haklardan nasıl ayrılır? Birçok felsefeciye göre hak ve iddia arasında anlam geçişkenliği vardır. Genelde hak, bir şeye sahip olmak veya temin etmek için hukuki veya ahlaki bir temele dayanan savunulabilir bir iddia olarak tarif edilir. İnsan hakkının klasik tanımında ise insan hakkı evrensel olan ve tüm insanların sahip olduğu hak olarak ifade edilir:
Tanımı gereği insan hakkı, tüm insanların sadece insan oldukları için her yerde, her zaman sahip olduğu, adalet ayaklar altında çiğnenmiyorsa hiçbir kişinin ondan mahrum edilemediği, evrensel ahlaki bir haktır. (Cranston)
Sıklıkla kendisine atıf yapılan insan hakları tanımında dört gerekli unsurdan bahsedilmektedir:
İlk olarak, tüm insanlar tarafından ve yanı sıra sadece insanlar tarafından sahip olunmalıdır. İkinci olarak tüm insanlarca sahip olunan aynı hak olduğu için tüm insanlarca eşit derecede sahip olunan bir hak olmalıdır. Üçüncüsü, insan hakları bütün insanların sahip olduğu haklar olduğu için onları, belli bir statünün sahibi veya bir ilişkinin tarafı olarak sahip olunan haklardan ayırt edebiliriz… Ve sonuncusu ortada söz konusu olan herhangi bir insan hakkıysa, tabiri caizse “bütün dünyaya karşı” öne sürülebilirliği olması açısından ek bir özelliği daha vardır. (Wasserstrom)
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi ise insan haklarını şöyle tarif eder:
…Milliyetimiz, yaşadığımız yer, cinsiyetimiz, ulusal veya etnik kökenimiz, derimizin rengi, dinimiz, dilimiz veya başka herhangi bir statümüz ne olursa olsun insanlar olarak hepimizin sahip olduğu haklardır. Hepimiz insan haklarımıza eşit olarak, ayrımsız şekilde sahibiz.
İnsan Haklarının yirminci yüzyıldaki gelişimi, bireysel haklar düşüncesini, vatandaşlıklarına veya devletsel aidiyetlerine bakılmaksızın tüm insanları kapsayacak şekilde genişletti. İnsan Hakları bireysel kimlik ve özgürlüğü, sınırları aşan bir şey olarak yeniden yapılandırmaya yardımcı oldu. Dünya Savaşlarının vahşeti devletin, vatandaşların en büyük düşmanı haline geldiği ve dışarıdan bir korumanın bireyin en işe yarar ve bazen de tek umudu olduğu zamanların olabileceğini açıkça gösterdi.
Yorumlar
Yorum Gönder