İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Doğuşu (1948)
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Doğuşu (1948)
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin mimarlarından Eleanor Roosevelt
“Biz Birleşmiş Milletler halkları, … temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilan etmeye…”
24 Ekim 1945’de yürürlüğe giren BM şartında, insan haklarına yapılan bu referansı, BM Şartı’ndaki yürürlük hükümleriyle, yine insan hakları ve temel özgürlüklere yapılan altı başka referans takip etti. Buna ek olarak, büyük ölçüde 42 hükümet dışı organizasyonun politik liderlere uyguladığı basıncın sonucunda 68. madde BM şartına eklendi. Bu madde uyarınca Ekonomik ve Sosyal Konsey’in insan hakları ile ekonomik ve sosyal alanlarda komisyonlar kurması karara bağlanmış oldu. Kısa bir zaman zarfında da İnsan Hakları Komisyonu kuruldu. Bu komisyon gücünü doğrudan BM Şartı’ndan alan birkaç organdan biriydi.
Uluslararası İnsan Hakları Kanunu için bir çerçeve oluşturuluyor
1946 yılı Nisan ayında eski ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in dul eşi Eleanor Roosevelt dokuz üyeden oluşan geçici bir BM grubuna başkanlık etmesi için atandı. Haziran ayına gelindiğinde bu geçici grup, yeni Komisyonun bir an önce uluslararası bir insan hakları kanunu ön taslağı geliştirmesini önerdi.
Aynı yılın ilerleyen döneminde oluşturulan 18 üyeli İnsan Hakları Komisyonu başkanlığına yine Eleanor Roosevelt atandı. Komisyonun diğer öne çıkan üç üyesi ise Çinli P.C. Chang, Fransız Rene Cassin ve Lübnanlı Dr. Charles Malik’ti. Komisyon ilk olarak 1947 yılı Ocak ayında toplandı ve bazı kritik konuları ele aldı. Bu toplantıda bir anlaşmadan önce hukuki bağlayıcılığı olacak bu tür bir anlaşmanın moral temelini oluşturacak medeni ve siyasi hakların yanı sıra, sosyal ve ekonomik haklara da değinen evrensel bir bildirge ortaya konması gerektiği düşüncesi ağırlık kazandı.
Elenor Roosvelt’e göre, tüm insanlık için evrensel bir Magna Carta olacak bu bildirge, Komisyona göre ise kısa, ilham verici, insanlar tarafından kolaylıkla anlaşılıp kullanılabilecek coşkulu bir metin olmalıydı. Bu nedenle bağlayıcılığı olacak bir anlaşmada ele alınması gereken daha karmaşık konuların bu metne alınmasından ziyade, devletlerin kendi topraklarında bu hakları hayata geçirirken nasıl bir role sahip olması gerektiği üzerinde durulması fikri öne çıktı.
Komisyonun bildirge ile bağlayıcılığı olacak anlaşmanın hazırlanmasını ayırma kararı isabetli olmuştu çünkü İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olarak da anılacak beyanname 1948 yılı Aralık ayında ilan edilme imkanına kavuşmasına rağmen, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi 18 yıl sonra hayat bulabilecektir. Üstelik söz konusu anlaşmaların imzacı devletlerce onaylanıp yürürlüğe girmeleri ise daha da uzun bir sürece yayılacaktır.
İlham veren bir belge
Bildirge ve sözleşmelerin hazırlık süreçlerinin birbirinden ayrılması yaklaşımının benimsenmesinin ardından BM İnsan Hakları Komisyonu bildirgeyi ortaya çıkarma sürecine odaklandı. Bildirgeye “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” adı verilmesi kararlaştırıldı. Bu isimlendirmeden elde edilmek istenen sonuç, bu bildirgenin her yerdeki tüm insanlar için, kadın, erkek, siyah, beyaz, sağcı, solcu, zengin ya da yoksul olması fark etmeksizin standart bazı haklara sahip olduklarını vurgulamaktı. Ya da bildirgenin ilk girişinde ifade edildiği şekilde şu yaklaşımın altını çizmekti:
“İnsanlık topluluğunun bütün bireyleriyle kuruluşlarının bu Bildirgeyi her zaman göz önünde tutarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkelerin halkları arasında bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirleyen bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder.”
Bildirgenin 1. maddesi projenin ilham veren doğasını yansıtır. Bu maddedeki bazı ifadeler, “zaten bilinen bir durumu bir kez daha ilan ettiğine” veya “bu maddenin içeriğine ana metin yerine, önsözde yer verilmesinin daha uygun olacağına” dair birçok itirazın ardından kabul edilebilmiştir:
“Bütün insanlar hakları ve onurları eşit ve özgür olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik duyguları ile davranmalıdırlar.”
Bu maddenin ana metine dahil edilme nedeni tüm insan haklarının temelini güçlü bir şekilde ifade etmek, ırk, cinsiyet, zenginlik ve diğer farklar gözetilmeden herkesin bir diğerine iyilikle muamele etme ödevinin altını çizmektir. Benzer bir izleği takip eden 7. maddede ise tüm insanların kanun önünde eşit oldukları ve her türlü ayrımcılığa karşı korunma hakkına sahip bulundukları belirtilmiştir.
3. madde ile 27. madde beraberce belki de bildirgedeki somut hükümlerin çekirdeğini oluşturmaktadırlar. Bu maddeler her insana, hayat, özgürlük, kişi güvenliği (Madde 3) ve yeterli düzeyde standartlara sahip bir yaşam (Madde 27) haklarını verir. Bunlardan hayat, özgürlük, kişi güvenliği temel medeni ve siyasi haklar iken diğeri ise temel ekonomik ve sosyal haktır. Yeterli düzeyde bir yaşam hakkı, içinde kişinin sadece tek başına değil, ailesi ile beraber sağlık ve esenlik hakkını ve yeterli miktarda gıda, giysi, barınma, tıbbi bakım ve sosyal güvenlik haklarını (ayrıca 22. madde’de kapsanmıştır) da içerdiği için özellikle dikkate değerdir.
Bildirgede 30 madde vardır ki bunlardan 17’si medeni ve siyasi haklarla, 8’i ise ekonomik ve sosyal haklarla ilişkilendirilebilir. Tüm bu sayılan hakları kuşatan maddeler ise 28 ve 29. maddelerdir. Bu maddelerin üzerinde pek fazla tartışılmamış ve onlara sonraki iki uluslararası anlaşmada kanuni bağlayıcılık da verilmemiştir. Ama bu maddelerin bildirgedeki mevcudiyetleri bile çok önemlidir. 28. madde uluslararası toplumun bütününü açısından, ister medeni ve siyasi isterse de ekonomik ve sosyal türden olsun, tüm insan haklarının tam olarak realize olmasını sağlayacak şekilde düzenlemeleri uygulama sorumluluğunu vurgular.
29. madde de ayrıca önemlidir çünkü her insanın mensubu olduğu toplumlara karşı sorumluluklarının altını çizmektedir. Ama 29. maddede insanların sorumluluk göstermekle yükümlü oldukları bildirilen öznenin devlet olmadığı önemle vurgulanmalıdır. Zira bu iddianın sahipleri genelde diktatörler olmuştur. İnsanlar devletlere karşı bu tür bir sorumluluk altında değildir ama elbette içinde yaşadıkları toplumlara ve bildirgenin 1. maddesi’nde ifade edildiği anlamda diğer insan kardeşlerine karşı sorumluluklara sahiptirler.
Bildirgeye bugünden bakıldığında çevre hakkı gibi bazı hakların eksik olduğu söylenebilir. Bir başka açıdan bakıldığında ise bildirgede zikredilmeyen bu ve benzeri başka haklar yaşam hakkı ve belli standartlara sahip bir hayat hakkı gibi başka hakların içinde örtük biçimde de olsa mevcuttur diye düşünülebilir.
Bildirgenin hazırlanmasında özel emeği geçenleri anmak gerekirse öncelikle BM İnsan Hakları Komisyonu’nun ilk başkanı Eleanor Roosevelt’i, bildirge taslak metninin kaleme alınmasında görev alan avukat ve akademisyen Hersch Lauterpacht ile ünlü İngiliz yazar H. G. Wells’i zikretmek doğru olacaktır. Yine de bildirgenin ortaya çıkmasında en büyük onur, belki de tarihin gördüğü en ağır insan hakları ihlallerinin faili olan Nazizmin ve onun müttefiklerinin yenilmesi için mücadele edip, kazanan on milyonlarca isimsiz insana aittir.
BM Komisyonu bildirgenin taslağını 18 Haziran 1948’de kabul etti. Ardından taslak Ekonomik ve Sosyal Konsey’de ele alındı. Burada herhangi bir değişikliğe uğramayan bildirge taslağı, Konsey tarafından havale edildiği BM Genel Kurulu 3. Komitesi’nde ise çeşitli zorluklarla karşılaştı. 81 toplantılık bir maraton ve 169 değişiklik önerisinin ardından, Komite başkanı Lübnanlı Charles Malik’in de hatırlanması gereken olağanüstü çabalarıyla 6 Aralık 1948’de, BM Genel Kurulu’na sevk edildi. Nihayetinde de 10 Aralık 1948 akşamı Komite’den geldiği şekliyle, herhangi başka bir değişiklik yapılmadan, BM Genel Kurulu’nda yapılan bir oylamayla kabul edildi.
Başlardaki zorluk ve dirençlere karşın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) 1948’deki en iyimser mimarlarının bile tahmin edemeyeceği global bir prestije sahip oldu. İlk olarak insan hakları sicili sıkıntılı ülkeler tarafından bile standartları düzenleyen etkili bir belge olarak kabul gördü. Aynı derecede önemli olarak İHEB, BM Şartı’nın bir uzantısı haline geldi. Öyle ki, BM Şartı insan hakları ve temel hürriyetlere dair sadece birkaç referans içermesine rağmen, söz konusu hak ve hürriyetlerin içeriğini ortaya koymak için İHEB’e başvurmak olağan bir tutum haline geldi. Bu nedenledir ki, İHEB, BM’nin kendi dokusunun bir parçası oldu ve sıklıkla BM Genel Kurulu Kararları’nda ve örneğin Sömürge Ülkelere ve Halklara Özgürlük Verilmesi’ne dair 1960 tarihli Deklarasyon bağlamında olduğu gibi Genel Kurul’daki tartışmalarında ona atıflar yapıldı. 1978 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 30. yıldönümü münasebetiyle Tahran'da yapılan insan hakları toplantısında biraraya gelen 84 ülkenin temsilcileri oybirliğiyle, İHEB'in bütün insanların vazgeçilmez haklarının ortak bir ifadesi olduğunu ve uluslararası toplum üyeleri için uyulması gereken bir zorunluluk teşkil ettiğini beyan ettiler.
Ayrıca belirtilmeli ki, hepsi olmasa da İHEB maddelerinin tamamına yakını uluslararası teamül hukukunun bir parçası haline gelmiştir. Bunun anlamı şudur ki anlaşmalar sadece kendisini imzalamış olan devletleri bağlarken, onun hakkındaki görüşleri ne olursa olsun günümüzde İHEB tüm devletleri bağlar hale gelmiştir. İHEB herkes için insan onuru ve barışın sağlanması için giderek güçlenen bir araçtır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi tam metni için bkz
Yorumlar
Yorum Gönder