İnsan Hakları Kavramı Üzerine
İnsan Hakları Kavramı Üzerine
İnsan hakları hem ilham verici ilkelerdir ve hem de pratikte uygulanırlar. İnsan hakları prensipleri özgür, adil ve barış içinde bir dünya vizyonunu içselleştirmiş dünyanın her yerindeki birey ve kurumların insanlara nasıl davranacağına dair asgari standartlar belirler. İnsan hakları ayrıca bu asgari standartlar karşılanmadığı zaman eyleme geçebilmeleri için insanlara meşru bir çerçeve sunar çünkü verili yasalar ya da iktidar sahipleri onları tanımasa da, korumasa da insanların hala hakları vardır.
İnandığımız gibi yaşadığımızda, hükümet politikalarını tartışıp, eleştirdiğimizde, görüşlerimizi sosyal medyada paylaştığımızda içinde yaşadığımız ülkenin insan haklarına karşı tutumu ile ilgili bir deneyim yaşarız her gün. Yine her gün bir yerlerde insanların hakları ihlal edilir; bir mahkuma kötü muamele yapılır, bir aile evsizdir, sokakta yaşamaktadır, bir okul, bir çocuğa yetersiz eğitim vermektedir, bir kadın aynı işi yapan bir erkekten daha az ücret alır, bir azınlık mensubu ayrımcılığa maruz kalır ve nicesi...
İnsan hakları düşüncesi, evrensel olarak ortaya çıkmış bir düşünce olarak görülemez ve aslında bugün anladığımız anlamda 17 ve 18. yüzyıllar Avrupasının bir ürünüdür. Hatta “haklar” düşüncesinin dahi her toplumda veya gelişmiş her uygarlıkta zorunlu olarak var olduğu söylenemez. Hak kavramı, cezalandırılacak veya kurallar tarafından talep edilen davranışlara dair standartlarla aynı şey değildir. Bu tür davranış standartları temel olarak bireylere karşı adil olmayabileceği gibi azınlık çıkarlarını baskılamak için de kullanılabilir.
İnsanlar arasındaki davranış standartlarına dair ilk kurallar, deneyimlerin çatışma çıkarma olasılığı olduğunu kanıtladıkları tutumlara ilişkin reçeteler üretmekle veya bunları yasaklamakla ilgilenmişti. Büyük kanun yapıcılar vardı. Örneğin daha 6. yüzyıl başlarında haklar ve görevler arasında dengeli şemalar oluşturmaya çalışan Roma İmparatoru Jüstinyen gibi. Bu büyük kanun koyucuların yanı sıra dinler de –Musevilik, Hristiyanlık, İslam, Budizm, Taoizm ve diğer birçokları- “ilahi hukuka” dayalı kapsamlı ve tutarlı ahlaki normları kurmak çabası içinde olmuşlardır. Bu dinlerin hemen hemen tümünde insan onuruna dair derinlikli düşünceler içerilmiş ve insanın diğer insanlara, doğaya, diğer canlılara hatta Tanrıya karşı görev ve yükümlülükleri ile ilgilenilmiştir.
Herkesin sadece insan olma sıfatı sayesinde belirli haklara sahip olduğu düşüncesi ise oldukça yenidir. Ne var ki bunun kökleri birçok kültürün daha önceki zamanlara dair gelenek ve belgelerinde mevcuttur. İkinci Dünya Savaşı bu düşünceyi dünya sahnesine çıkaran ve küresel vicdana içkin hale sokan bir katalizör işlevi görmüştür.
Tarihin büyük bir bölümü süresince ise insanlar belirli bir gruba -bir aileye, kavime, dine, sınıfa, zümreye veya devlete- aidiyetleri yoluyla hak ve sorumluluk sahibi oldular. Birçok toplumda “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, başkalarına da öyle davran” “altın kuralı” benzeri gelenekler vardı. Hindu Vedaları, Hammurabi Kanunları, İncil, Kuran ve Konfiçyus’un Analektleri insanların görev, hak ve sorumluluklarının ne olduğuna dair sorulara yanıtlar üreten en eski yazılı kaynaklardan bazılarıdır. Ayrıca İnka ve Aztek davranış ve adalet kodları ve İrokua Anayasası gibi Amerikan Yerlilerine ait kaynaklar ya da Kafkas kavimlerinin toplumsal yaşamın her alanını düzenleyen yazılı olmayan Anayasası denebilecek Khabzesi pek ala 18. yüzyıldan önce de mevcuttu. İşin aslı tüm toplumlar ister yazılı isterse de geleneklerine içkin olsun, dürüstlük ve adalet vaaz eden sistemler ile üyelerine sağlık ve refah sağlamaya yönelen uygulamalara sahipti.
İlerleyen zamanlarda “doğal haklar” kavramı eski itibarını kaybetti belki, ama “evrensel haklar” kavramı kök saldı. Thomas Paine, John Stuart Mill ve Henry David Thoreau gibi filozoflar kavramı genişlettiler. Örneğin Thoreau “Sivil İtaatsizlik” tezini ortaya koyarken “insan hakları” terimini kullanır. Bu “insan hakları” teriminin bilinen en eski kullanımlarından biridir. Öte yandan onun bu “Sivil İtaatsizlik” çalışması Lev Tolstoy, Mahatma Gandi ve Martin Luther King’i derinden etkilemiş, onların gayri meşru hükümetlere, ya da meşru hükümetlerin etik olmayan eylemlerine karşı şiddet içermeyen direniş gösterme yaklaşımlarını geliştirmelerinin teorik temelini oluşturmuştur.
İnsan Haklarının erken dönem diğer savunucuları “Özgürlük Üzerine Bir Deneme”sinde John Stuart Mill ve “İnsanın Hakları” adlı denemesinde Amerikalı siyaset kuramcısı Thomas Paine’di.
Yorumlar
Yorum Gönder